Ü
Y
E
L
İ
K

Dr. Refik Saydam'ı Saygı ile Anıyoruz.

Dr. Refik Saydam'ı Saygı ile Anıyoruz. Dr. Refik Saydam'ı Saygı ile Anıyoruz.

Cumhuriyet’in Sağlık Mimarisini İnşa Eden Adam: Dr. Refik Saydam

Dr. Refik Saydam (1881-1942), Cumhuriyet’in “sağlık mimarı” olarak anılan devlet adamı. İkinci Dünya Savaşı'nın karanlık günlerinde, 8 Temmuz 1942 tarihinde Türkiye büyük bir evladını kaybetti. Ülkenin ilk sağlık meslek mensubu başbakanı ve en uzun süre görev yapan sağlık bakanı olan Dr. Refik Saydam, görev başında geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını yitirdi. Onun ani vefatı, tüm yurdu yasa boğdu; 8 Temmuz günü bayraklar yarıya indirildi, şehirlerde insanlar özel trenle Ankara'ya uğurlanan cenazesini gözyaşlarıyla selamladı. Refik Saydam, ardında Cumhuriyet tarihinin en köklü sağlık reformlarını, kurumlarını ve halk sağlığına adanmış bir vizyonu miras bıraktı.

Refik Saydam kimdi? Bir askeri doktor olarak cephelerde salgınlarla savaşan, Milli Mücadele'de Mustafa Kemal Atatürk'ün yanında yer alan, Cumhuriyet'in ilanından sonra ise sağlık politikalarının mimarı olarak tarih sahnesine geçen bir isimdi. 1881 yılında İstanbul Fatih'te dünyaya gelen Saydam, askeri tıp okulunu bitirdikten sonra Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı süresince orduda salgın hastalıkları önlemeye yönelik çalışmalar yaptı. Özellikle cephelerde kolera, tifo, dizanteri gibi hastalıklara karşı aşı ve serum üretimi organizasyonlarında yer alarak orduyu ayakta tutmada kritik rol oynadı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Alman ordusuyla da iş birliği içinde çalışan Refik Bey, tifüs aşısı geliştirerek bu ölümcül hastalığa karşı literatüre geçen bir başarıya imza attı; bu aşı hem Osmanlı-Alman ordusunda hem de Kurtuluş Savaşı yıllarında Türk askerlerini korudu.

Cephelerden Meclis'e: Milli Mücadele ve Siyasete Adım

Savaş meydanlarında kazandığı deneyim, Dr. Refik Saydam'ı çok geçmeden ulusun kurtuluş mücadelesinin sağlık lideri haline getirdi. 19 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Samsun'a çıkan heyetteydi; ordu sağlık müfettiş muavini olarak Anadolu'ya ayak bastı. Kurtuluş Savaşı'nın zorlu koşullarında hem cephede hem lojistik destekte ülkedeki salgın hastalıkları kontrol altına almaya çalıştı. Sıtma, tifüs, kolera gibi illetler Osmanlı'nın son döneminde ve istiklal mücadelesi yıllarında adeta kırıp geçiriyordu. Nitekim, 1920'de yapılan bir tespite göre Ankara ve Denizli gibi illerde halkın %90'ı, İstanbul ve Mardin'de %80'i sıtma hastalığından muzdaripti. Dr. Refik Bey, bu felaket tablosunu tersine çevirmek için hem sahada hekim, hem de masada planlayıcı olarak var gücüyle çalıştı.


Millî Mücadele zaferle sonuçlandıktan sonra Refik Saydam, 1920'de Ankara'da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne İstanbul (Beyazıt) milletvekili olarak girdi. Kurtuluş Savaşı'ndaki hizmetleri dolayısıyla Kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası ile onurlandırılan Dr. Saydam, genç Cumhuriyet'in sağlık alanındaki ilk öncülerinden biri olacaktı. 1921 yılında kısa bir süre sağlık bakanlığı (Sıhhiye Vekilliği) yapan Refik Bey, Cumhuriyet'in ilanından hemen sonra, Ekim 1923'te yeniden Sağlık Bakanı olarak atandı. İşte bu görevde kesintilerle birlikte toplam 14 yıl kalacak, Türkiye Cumhuriyeti'nin en uzun süreli Sağlık Bakanı olarak tarihe geçecekti.

Cumhuriyet'in Sağlık Politikalarında Devrim ve 'Kamucu' Anlayış

Dr. Refik Saydam'ın 1920'ler ve 30'lardaki Sağlık Bakanlığı dönemi, kamucu sağlık anlayışının – yani sağlık hizmetlerinin herkese eşit ve devlet eliyle ulaştırılması vizyonunun – hayata geçtiği yıllardır. Onun liderliğinde, bir yandan savaştan çıkmış, salgınlarla boğuşan bir toplumun acil dertlerine deva bulunurken, diğer yandan modern bir sağlık sistemi inşa ediliyordu. Refik Saydam, göreve gelir gelmez koruyucu hekimliği ön plana aldı: hastalıkları tedavi etmek kadar önlemek de önemliydi. Bu amaçla ülkede yaygın halk sağlığı ağı kurulması için kolları sıvadı.

1925 yılında Sağlık Bakanlığı, Refik Saydam'ın önderliğinde kapsamlı bir çalışma programı hazırladı. Tüm yurdu kapsayan bu programda, Cumhuriyet'in sağlık alanındaki temel hedefleri şu maddelerle ortaya konuldu:

Sağlık teşkilatını genişletmek: Sadece büyük şehirlerde değil, kasaba ve köylerde de sağlık birimleri oluşturmak.

Hekim, sağlık memuru ve ebe yetiştirmek: Yeni tıp okulları, ebelik ve sağlık memurluğu mektepleri açarak sağlık personeli ihtiyacını karşılamak.

Numune hastaneleri, doğum ve çocuk bakımevleri açmak: Ülkenin çeşitli bölgelerinde örnek teşkil edecek modern hastaneler ve anne-çocuk sağlığı merkezleri kurmak.

Sıtma, verem, trahom, frengi gibi hastalıklarla mücadele etmek: Bu salgınlara karşı kampanyalar düzenlemek, ilaç ve aşı temin etmek.

Sağlıkla ilgili yasaları çıkarmak: Halk sağlığını koruyacak kanunları hızla yürürlüğe koymak (genel hıfzıssıhha kanunu gibi).

Sağlık ve sosyal yardım teşkilatını köylere kadar götürmek: Köylerde sağlık ocakları, verem-sıtma dispanserleri kurmak; her köye en az bir sağlık görevlisi (sağlık memuru veya ebe) ulaştırmak.

Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Okulu kurmak: Sağlık alanında araştırma, aşı üretimi ve uzman yetiştirmeyi sağlayacak kurumları hayata geçirmek.

Görüldüğü gibi, daha Cumhuriyet'in ilk yıllarında atılan bu adımlar bugün bile sağlık sistemimizin temelini oluşturan yaklaşımlardı. Refik Saydam'ın vizyonuyla çıkarılan Umumi Hıfzıssıhha Kanunu (1930) ve Tababet ve Şûabâtı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun (1928) gibi yasalar, halen yurttaşların sağlık hizmetlerinden nasıl faydalanacağını ve sağlık mesleklerinin nasıl icra edileceğini belirleyen önemli mevzuatlardır. Saydam'ın bakanlığı süresince toplam 51 kanun ve 18 tüzük çıkartılarak sağlık alanındaki hukuki çerçeve baştan başa yenilendi. Ayrıca Refik Bey, 14 yıl boyunca Türk Kızılay'ının (o dönemki adıyla Hilâl-i Ahmer Cemiyeti) genel başkanlığını da yürüterek, kamu sağlığına yönelik insani yardım faaliyetlerine öncülük etti. Onun öncülüğünde başlatılan "her köye bir sağlık memuru" uygulaması ise kırsalda yaşayan yoksul halka temel sağlık hizmeti ulaştırmayı amaçlayan devrim niteliğinde bir projeydi. Bu model sayesindedir ki kısa sürede ülkenin en ücra köşelerinde bile aşılar yapılmaya, salgın hastalıklar taranmaya ve doğumlar sağlık personeli nezaretinde gerçekleştirilmeye başlandı.

Aşı Devrimi: Yerli Üretim ve Kitlesel Aşılama

Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü binası (Ankara, 1930'lar). Yabancı mimarlarca projelendirilen bu yapı, Refik Saydam'ın kurduğu enstitüye ev sahipliği yapmış ve Türkiye'nin aşı üretim üssü haline gelmiştir. Cumhuriyet’in ilk sağlık yapılarından biri olarak modern mimarisiyle dikkat çeker.

Refik Saydam'ın Cumhuriyet tarihine geçen en önemli katkılarından biri, yerli aşı üretimini başlatması ve kitlesel aşılama kampanyalarının öncülüğünü yapmasıdır. Osmanlı döneminde çiçek aşısı gibi uygulamalar yapılmış olsa da, bunlar dar kapsamlı ve sürekliliği olmayan girişimlerdi. Oysa yeni Cumhuriyet, sağlığı halka götürmek ve salgın hastalıkları kökten yok etmek için kendi aşılarını üretip tüm nüfusu aşılamayı hedefliyordu. Bu vizyonun temelini atan hamle, 1928 yılında Refik Saydam'ın girişimleriyle Ankara'da kurulan Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü oldu. Enstitü, Atatürk'ün de desteğiyle çok kısa sürede ülkenin aşı ve serum ihtiyaçlarını karşılayan bir üretim ve araştırma merkezine dönüştü.

Hıfzıssıhha Enstitüsü'nün daha ilk yıllarında elde ettiği başarılar hayranlık vericidir. 1927'de (resmi kuruluşun hemen öncesinde) Tıbbiye müdavimlerinden Prof. Ahmet Refik Bey, verem (tüberküloz) hastalığına karşı geliştirilen BCG aşısını Türkiye'de üretmeyi başardı. 1931'den itibaren enstitüde tetanos ve difteri aşıları ilk kez yurt içinde üretilmeye başlandı. Ülkede dağınık halde üretilen diğer aşı çalışmalarını 1934'te bu merkezde birleştirildi; böylece üretim hem standartlaştı hem de kapasite arttı. Enstitü, kuduz aşısı, çiçek aşısı, tifo ve kolera aşıları gibi pek çok hayati aşıyı üretip ülkenin dört bir yanına ulaştırdı. 1930'ların sonuna gelindiğinde Türkiye, çiçek aşısında dış bağımlılığını bitirmiş, kendi üretimiyle tüm ihtiyacını karşılar hale gelmişti. 1940'lı yıllarda bir zamanlar çocukları öldürüp sakat bırakan difteri ve boğmaca hastalıkları, yerli aşılarla büyük ölçüde denetim altına alındı.

Refik Saydam'ın adını taşıyan Hıfzıssıhha, yalnızca Türkiye'de değil, bütün bölgede takdir toplayan bir kurum haline geldi. Koruyucu hekimliğin kalbi konumundaki bu merkezde bilimsel araştırmalar yapılıyor, aşı-ilaç kalite kontrolleri gerçekleştiriliyor ve yeni mikroplara karşı çareler aranıyordu. Refik Saydam'ın hedefi, halkı kırıp geçiren salgınları aşı silahıyla yenmekti. Nitekim onun döneminde çocuklar okullarda, bebekler kırsal dispanserlerde aşılanmaya başladı. Toplumsal bağışıklık kavramı belki o yıllarda bu isimle anılmıyordu ama fiilen hayata geçirildi: çiçeğe, difteriye, tifüs ve koleraya karşı yaygın aşılamalar binlerce hayatı kurtardı. 1942'de enstitünün son çalışmalarından biri, Refik Saydam'ın bir zamanlar askerdeyken üzerinde çalıştığı tifüs aşısının modern laboratuvarlarda üretimine başlanması oldu. Böylece tifüs de kitlesel aşı programlarına dahil edildi.

Mirası ve Bugünkü Önemi

Dr. Refik Saydam, halk sağlığını her şeyin üzerinde tutan, "sağlık olmadan hiçbir ilerleme olmaz" anlayışıyla hareket eden bir vizyonerdi. Onun başlattığı uygulamalar sayesinde, Cumhuriyet'in ilk on yıllarında ülkemiz sağlık göstergelerinde büyük iyileşmeler kaydetti. Salgın hastalıklardan kırılan bir ulus, aşılar ve koruyucu hekimlik sayesinden yeniden ayağa kalktı: Ortalama yaşam süresi uzadı, bebek ölümleri azaldı; bir zamanlar körlüğün ve ölümün kol gezdiği köyler sağlık ocaklarıyla tanıştı. Sıtma başta olmak üzere pek çok hastalığın görülme sıklığı dramatik biçimde düştü. Şehirlerin kalabalık mahallelerinden köy kırlarına dek uzanan bir sağlık seferberliği, Refik Saydam'ın "kamucu" anlayışının eseriydi.


Refik Saydam'ın mirası yalnızca geçmişte değil, günümüzde de hissediliyor. 83 yıl önce aramızdan ayrılan bu büyük devlet adamının kurduğu Hıfzıssıhha Enstitüsü, 1980'lere kadar yeni aşılar geliştirip üretmeye, dünya çapında öncü girişimlere imza atmaya devam etti. Örneğin Türkiye, kendi çiçek aşısını üreterek Dünya Sağlık Örgütü'nün çiçek hastalığını yeryüzünden silme kampanyasına büyük katkı verdi; hastalık dünyada yok olduğu için 1977'de ülkemiz çiçek aşısı üretimini durduracak kadar ilerleme kaydetmişti. Bununla birlikte, 1990'lardan sonra yerli aşı üretiminde bir duraklama yaşandı. 2011 yılında Hıfzıssıhha Enstitüsü'nün kurumsal varlığı, Sağlık Bakanlığı içinde başka bir yapıya devredilerek bir bakıma “tarih oldu”. 

Nitekim Refik Saydam, ömrünün son anına dek halkın sağlığı için koşturmuştu. 1942 Temmuz'unda İstanbul'da sağlık kurumlarını teftiş ederken fenalaşması ve hastaneye kaldırılamadan hayata veda etmesi, onun işine adadığı hayatın dramatik bir özetidir. Çalışkanlığı, dürüstlüğü ve mütevazılığı ile tanınan Dr. Refik Saydam, "Cumhuriyet'in sağlık mimarı" unvanını hak eden bir devlet adamı olarak kalplerimizde yaşıyor. 

Bugün ülkemizde kamucu sağlık politikaları terk edildiği için evlerimizde temiz içme suyundan, bebeklerimizin aşılanamamasından tutunda özel hastanelerde para hırsı yüzünden yenidoğan bebeklerin ölümünü izleyen bakanlara, aylar sonrasına alınabilen randevulara, yapılamayan ameliyatlara tanıklık etmekteyiz. 

Sağlık çalışanları bugün, Refik Saydam’ın adanmış ruhunu ve ideallerini yüreklerinde yaşatarak, her koşulda halk sağlığını koruma görevini büyük bir özveriyle, azimle ve kararlılıkla sürdürüyor. Onu ölüm yıldönümünde saygı ve minnetle anıyoruz.